Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde öğrenimini tamamlayan ‘Sessiz’ romanının yazarı Elif Gümüş, geçtiğimiz günlerde Topluma Destek Derneği’nin sosyal medya üzerinden düzenlemiş olduğu söyleşiye katıldı. Gümüş, “Çok kitap okumuşsunuzdur kaç tane kadın başkomiser gördünüz kaç tane başhekim gördünüz? Bir yerlere gelmek çevremiz tarafından mümkün değilmiş gibi algılanıyor. Bu ataerkillikten bir türlü sıyrılamıyoruz. O kadar kadın var ki bizi dünyada temsil edebilecek güce sahip. Bu konuda gerçekten bir ses olmak istedim” ifadelerini kullandı.
 
Topluma Destek Derneği pandemi döneminde sosyal medya üzerinden başlatmış olduğu söyleşilerin en son konuğu Yazar Elif Gümüş oldu. Kadın Başkomiser Sonay Taşer’in başkahramanı olduğu polisiye romanı ile birçok okuyucu kazanan Gümüş, yazarlık sürecini dinleyiciler ile başlattı.
 
İzmir doğumlu yazar Elif Gümüş, kendisinin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde okuduğunu ve Türkçe öğretmeni olduğu belirtti. “Kendimi bildim bileli yazılar yazıyorum. Neden kendi hikayemi yazmayayım dedim ve bir yola girdim” diyen Gümüş, yazarlığa nasıl başladığını ise şu şekilde anlattı: “Okullarda Sınıf Öğretmenleri ve Türkçe Öğretmenleri sürekli günlük tutun der. Benim de öyle başladı ve şuan boyum kadar günlüğüm var. Hala saklarım ve atmaya kıyamam. İlk olarak aklımdaki bazı projeleri bazı hikayeleri kaleme almaya başladım. Bu süreçte İstanbul’a geldikten sonra Erbulak evi ile yollarımız buluştu. Erbulak evinde çok kıymetli yazarlarla tanıştım. Çok kıymetli yazarlarla yaptığımız fikir alışverişlerinde çok yol kat ettik ve kitabım ortaya çıktı. Eserleri insanın kendi çocuğu gibi oluyor. Hatta Ayşe Erbulak şöyle söyler ‘O sizin kağıttan çocuğunuz.’ Böyle acayip bir bağ kuruyorsunuz. Sizden çıkmış sizden ayrılmış bir şey. Bu bir yolculuk, uzun bir yolculuk. Ben de bu yolun başındayım.”
 
“BİR YAZDIĞINIZI BİR DAHA ASLA UNUTMAMANIZ GEREKİYOR”
Polisiye roman tarzını çok sevdiğini belirten Gümüş, “İzmir'de bir Sevgi Yolu vardır çok meşhur. Özellikle hafta sonu herkes buradan mutlaka geçer. Ben sahaf gezmeyi oldum olası çok severdim. Sevgi Yolu’ndaki sahaflarda tanıştığım bir Agatha Christie romanı ile başladı her şey. Fantastik romanlar okumayı da çok seviyorum. Her insanın okumaktan keyif aldığı bir tür vardır. Benim de bu anlamda polisiye türü oldu. Bu nedenle ilk romanımın polisiye olmasını istedim. Polisiye olması için mutlaka cinayet olması şart değil. Ancak işin içine cinayet girdiği zaman işin havası değişiyor gizemi değişiyor. Polisiye roman yazmak kolay değil. Bir yazdığınızı bir daha asla unutmamanız gerekiyor.  Kayıt tutmadan asla olmuyor. Akıl defterleri ile adım adım çok iyi kurgulayarak baştan planlayarak gitmek gerekiyor. Tabii hiç plan yapmadan giden varsa ben çok saygı duyuyorum. Herkesin yazma şekli farklıdır. Ben görsel zekaya sahibim ve gördüğüm şeyi unutmuyorum. Bu nedenle biraz da sahne sahne yazıyorum. Öne sürdüğünüz kanıtı mantık hatalarından arındırarak temizleyerek koymak gerekiyor. Çünkü polisiye okuru zekidir hatanızı hemen yakalayabilir. Ayrıca her şeyi kolayca ipucu olarak önüne koyarsanız bu yolculuk keyif vermeyebilir” ifadelerini kullandı.
 
“İSTER İSTEMEZ KİTABINIZA KENDİNİZDEN ÇOK ŞEY KATIYORSUNUZ”
Gümüş, romanı yazarken küçük yardımlar aldığını da söyleyerek, “Kitabın baş karakteri başkomiser için mutlaka yardım aldığım kişiler oldu.  Kitabı yazarken makaleler, otopsi yazıları ve tıp raporları gibi pek çok şey okudum. Sevil Atasoy da harika bir kaynak gerçekten. Önce bu konuda onun eserlerini bol bol okudum. Doktor ve veteriner arkadaşlarımda yardımcı oldu. Özellikle veteriner arkadaşım bana çok yardımcı oldu. Yaptığınız gözlem varsa bunu yazmak daha kolay oluyor. Genelde yazarlar der ki ‘ ilk kitap yazarın bilinçaltıdır’.  İster istemez kitabınıza kendinizden çok şey katıyorsunuz” dedi.
 
“İNSAN NE OKUMAKTAN KEYİF OLUYORSA GALİBA ONU YAZIYOR”
Kitabı yazmanın yaklaşık bir buçuk yıl aldığını söyleyen Yazar Gümüş, kurguladıklarını mantığa oturtturmak için çok fazla okuma yaptığını belirtti. Elif Gümüş, kitabın tekniği ile bilgiler de vererek, “Birçok teknik var ama akıcılık biraz üslup ile alakalı. İnsan ne okumaktan keyif oluyorsa galiba onu yazıyor. Fantastik romanlar ve distopya romanlar okuduğum ve sevdiğim için bu yazılarımı da etkilemiştir. Yazarlık o an aklıma bir şey geldi hemen yazayım şeklinde bir şey değil. Yoğun bir iş temposu sonrasında keyif alarak yazı yazabileceğim bir ortamı bulamayabiliyorum. Her zaman ilham gelmesini beklemek değil de bazen kendimi zorlayarak yazmaya çalıştım. Eğer kafanızda bir proje varsa ve bunu kaleme almak istiyorsanız karşınıza çıkan her şey bu proje ile alakalı olarak düşünüyorsunuz. Bu yüzden ilhamı beklemek yerine biraz da kendimizi zorlamak gerekiyor. Yeni ve farklı türler okumak gerekiyor, yeni çağrışımlar yapabilsin yeni kapılar açabilirsin. Mesela ben polisiye yazıyorum ama sadece polisiye mi okuyorum, tabii ki hayır” şeklinde konuştu.
 
“BİRAZ İÇİMDEKİLERİ DÖKÜP TOPLUMA AYNA TUTMAK İSTEDİM”
Gümüş, Türkiye'de yazar olmanın duygusunu paylaşarak, “Kitabınızın birçok kişiye ulaşması biraz da popüler kültürle alakalı. Yayınevleri eskiden kitabın tanıtımını ve satımını yaparlardı ama şimdi böyle bir durum yok. Yazar kendini sosyal medyada ne kadar aktif gösteriyorsa iyi bir yazar gözüyle bakılıyor. Ben buna çok katılmıyorum.  Adı sanı henüz çok duyulmamış olan çok iyi yazarlar ve yazar adayları var. Yazdıklarımızı insanlara ulaştırmada zorluk yaşıyoruz. Bazen kitap kendini tanıtıyor, iyi bir kitap kulaktan kulağa pek çok kişiye ulaşabiliyor. Sanki kadınlar tek başına bir yere gelemez gibi davranılıyor. Çok kitap okumuşsunuzdur kaç tane kadın başkomiser gördünüz kaç tane başhekim gördünüz? Bir yerlere gelmek çevremiz tarafından mümkün değilmiş gibi algılanıyor. Bu ataerkillikten bir türlü sıyrılamıyoruz. O kadar kadın var ki bizi dünyada temsil edebilecek güce sahip. Bu konuda gerçekten bir ses olmak istedim. Hem kadınların güzel bir yerde olduğunu göstermek hem de görmediğimiz bir perde arkası var. Özellikle engelli bireylerin yaşadığı zor hayat ile ilgili bir öğretmen olarak öğrencilerime hep bunu vermeye çalıştım. Bu çok kıymetli bir şey. Benim down sendromlu bir kardeşim var. Hayatımın tüm enerjisi o diyebilirim. Her engelli birey şanslı doğmuyor, bilmediğimiz görmediğimiz çok şey var. Biraz da insanlara bunu göstermek istedim. Biraz içimdekileri döküp topluma ayna tutmak istedim Yazarlar genelde ilk kitabını beğenmez.  Bu özgüvensizliği hepimiz yaşayacağız ama şöyle düşüneceğiz: Bizim de bir yolumuz ve başlangıç noktamız var. İlk eserimizdeki hatalarımızı kusurlarımızı sonraki eserlerde en aza indireceğiz. Bu yüzden yazdıklarımızı paylaşmaktan asla korkmayacağız” diye anlattı.
 
Gizem Tuğçe BAYHAN