Çanakkale Tabip Odası Başkanı Doktor Eftal Yıldırım Türkiye’de sağlık sektöründe 2019 yılını değerlendirdi. Türkiye’de 2019 yılı sağlığın fotoğrafının çekildiği açıklamada Yıldırım kategoriler halinde 2019 yılı sağlıktaki konu ve gelişmeleri değerlendirdi.
 
Yıldırım açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
 Türkiye’de 2019 yılında 11 629 “bebek” ve 14 240 “beş yaş altında çocuk” yaşamını kaybetmiştir. Başka bir ifadeyle, her bin canlı doğuma karşılık 9.3 bebeğimiz birinci doğum gününü göremeden, yine her bin canlı doğumda 11.4 beş yaş altı çocuğumuz da beş yaşından önce ölmüştür. Bebek ölüm hızının iyi ve en kötü olduğu iller arasındaki fark 3 katından daha fazladır. Beş yaş altı ölüm hızının en iyi ve en kötü olduğu iller arasındaki fark ise 3.8 kattır. Türkiye’de iller arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler giderilebilseydi, 2019 yılında yaşamını kaybeden 11 629 bebeğimizden 5 373’ünün, 14 240 beş yaş altı çocuğumuzdan da 7 989’unun ölümünü engellemek mümkün olacaktı.
 
“Sağlıkçı yetiştirme yetersiz ve hekim göçü önlenemiyor”
 Türkiye’de 2019 yılında 117 devlet ve vakıf üniversitesine öğrenci kaydı yapılmıştır. Bu tıp fakültelerinden sadece 38’inin mezuniyet öncesi eğitim programı akreditedir. Önemli olan tıp fakültelerinin sayısını artırmak değil, var olan fakültelerdeki mezuniyet öncesi eğitim programlarını asgari standartları taşır hale getirmek ve bunu belgeleyebilmektir. YÖK, 2019-2020 eğitim-öğretim döneminde 5’i yurt dışında olmak üzere, 122 tıp fakültesi için 15 500 öğrenci kadrosu ilân etmiştir. YÖK’ün verilerine göre, her bir tıp fakültesi için ortalama 123 öğrenci kontenjanı açılmıştır. Bununla birlikte 2019 yılında 1047 hekim, başka bir ülkede çalışabilmek için Türkiye’den göç etti.
 
“Sağlık hizmeti almak için nüfuz cüzdanı yeterli olmalı”
 Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanında AKP’den önce hâkim olan model; “genel bütçe” ve “kamu sağlık sigortası” modeliyken, 2008 yılından itibaren, genel sağlık sigortası (GSS) adı altında “Neoliberal Kamu Sağlık Sigortacılığı” modeline geçilmiştir. Bu model başlatıldığından beri her bir yurttaş, kamu sağlık sigortası kapsamında olabilmek için ödediği vergiler dışında, bir de düzenli olarak “sağlık sigortası primi” ödemek zorundadır. Türkiye nüfusu, 2018 yılında 82 milyon 3882 olarak hesaplanmıştır. Ancak, bu nüfusun sadece 70 milyon 196504’ü GSS kapsamında olabilmiştir. Bir başka ifadeyle, nüfusun %14.4’ü yani, 11 milyon 807378 yurttaşımız GSS kapsamı dışında kalmıştır. GSS kapsamında olup BAĞ-KUR’lu olan 5 milyon 637502 kişi ile 2 milyon 322684 kişi olmak üzere, yaklaşık 8 milyon kişi primlerini ödeyebildikleri sürece GSS kapsamında olabilmektedir çünkü sağlık sigortası prim borcu olanlar, GSS hizmetlerinden yararlanamamaktadır. 2019 yılında 83 milyon 209339 olacağı tahmin edilen Türkiye nüfusundan, Eylül 2019 verilerine göre, 70 milyon 49236 kişi GSS kapsamında olabildi. Yurttaşlarımızdan 13 milyon 160103 kişi diğer bir ifadeyle, %15.8’i GSS kapsamı dışında kalmıştır. GSS kapsamı dışında olan yurttaşlarımızın oranında, bir önceki yıla göre %10’luk bir artış bulunmaktadır. Kapsam içinde olabilenlerden de Bağ-kurlu olan 5 milyon 582935 kişi ile 2 milyon 511169 kişi olmak üzere, toplam 8 milyon 94104 kişi sağlık primlerini ödeyebildikleri sürece GSS kapsamındadırlar.

Türkiye’de eşitsizlikler ve ekonomik krizlerle birlikte yoksulluk artıkça, prim ödeyemeyenlerin sayısı da her geçen yıl artmakta ve dolayısıyla Genel Sağlık Sigortası kapsamı dışında kalanların sayısı artmaktadır. 7 Ocak itibarıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı tarafından, Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borçları olan yurttaşlara sağlık kuruluşlarından yararlanabilme süresi, 1 Ocak 2020'de 1 yıl daha uzatıldı. Ancak her yılsonuna doğru insanların kaygılarını bile bile artırmaya, zor durumda olduklarını yüzlerine vurup, ülke geneline ilan etmeye son verilmelidir. Sağlık hizmetleri evrensel bir yurttaşlık hakkıdır. Bu sorunu insan onuruna yakışır bir biçimde çözebilmenin tek bir yolu var; “sağlık hizmetine ulaşmak için nüfus cüzdanı yeter!” denilmelidir.
 
“Sağlıkta şiddet rakamları korkunç”
 Bir başvuru üzerine, TBMM Dilekçe Komisyonu’na Sağlık Bakanlığı tarafından 9 Eylül 2019 tarihinde gönderilen “Şiddet Vakaları Raporu” başlığındaki verilere göre, ülke genelinde sağlık emekçilerine yönelik olarak; 2018 yılında 12.179 sözel, 661 fiziksel, 3.001 fiziksel ve sözel olmak üzere toplam 15.841 şiddet vakası yaşanmış olup bunlardan yalnızca 11.204 olgu yargıya taşınmıştır. 1 Ocak-31 Temmuz 2019 tarihleri arasında da 8.498 sözel, 211 fiziksel, 2 022 fiziksel ve sözel olmak üzere toplam 10.731 sağlık emekçisine yönelik şiddet vakası gerçekleşmiştir. Aynı tarihler içinde bunlardan sadece 6.726 olgu yargıya taşınmıştır.
 
“Şehir hastanelerinin sahiplerinin özel şirketler olması doğru değil”
 2019 yılı sonu itibarıyla 10 ilde şehir hastaneleri yapımı tamamlanmış ve sağlık hizmeti üretmeye başlamıştır. Şehir hastanelerinin en temel özelliği sahiplerinin, kamu olmamasıdır. Sahipleri özel şirketlerdir ve bu şirketlere hem bina kirası hem de hizmet bedeli ödenmektedir. Şehir hastaneleri kamunun arsalarına bedelsiz olarak yaptırıldığı gibi, sahiplerine % 70 doluluk garantisi verilerek işlettirilmektedir. Şehir Hastaneleri’nin en görünür özelliklerinden birisi şehir merkezlerine çok uzak alanlara kurulmalarıdır. Oysa bu şehirlerdeki kapatılan hastanelere ve sağlık hizmetine ulaşmak çok daha kolaydı. Şehir hastanelerinde çalışan hekimlerin ve sağlık çalışanları üzerindeki emek sömürüsü, geçmiş dönemlerin çok üzerindedir. Çok ağır işler, çok daha az sayıda sağlık çalışanına yaptırılmakta, şirket adına çalıştırılan sağlık çalışanları deneyimsiz gruplardan seçilmekte ve çalışanların iş akitleri kısa sürede sonlandırılmaktadır. İşten çıkarmanın en yoğun yaşandığı hastane grubu şehir hastaneleri olup, ne yazık ki bilgiler kamuoyundan, meslek ve emek örgütlerinden saklanmaktadır.
 
“Sağlıkta liyakatın yerini siyasal kadrolaşma aldı”
 AKP Hükümetleri döneminde hekim özlük haklarında önemli kayıplar yaşanmıştır. Bugün hekimler, kamudakiler de dahil olmak üzere iş, gelir, gelecek güvencesinden yoksun hale getirilmişlerdir. 15 Temmuz sürecinden bu yana KHK ile işlerine son verilen hekim sayısı 3bin 446’dır. Bunların sadece 104’ü işlerine geri dönebilmiştir. Uygulanan performansa dayalı ücretlendirme bir yandan hekimler arasındaki ücret dengesizliğini arttırırken, bundan daha da önemlisi gün geçtikçe hekimlerin mesleklerine yabancılaşmasına sebep olmuştur. Özellikle şehir hastanelerinden yüzlerce hekim bu nedenle ya istifa etmiş ya da emekliye ayrılmıştır. Ayrıca performans uygulaması hekimlik değerlerinde aşınmaya neden olmuştur. Tüm bu olumsuzluklar sadece hekimleri ilgilendirmemekte, toplumun sağlık ve yaşam hakkını da olumsuz olarak etkilemektedir. Sağlık kuruluşlarında hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin yönetime katılımlarını sağlayacak herhangi bir mekanizma da bulunmamakta, yönetimde liyakatın yerini siyasal kadrolaşma almış durumdadır.
 


Kaynak: Haber Merkezi